“Özgür bir kadın olmak için her kadının parası ve kendisine ait bir odası olmalıdır” Virginia Woolf
Korku; belirsizlik, tehdit algısı ile tetiklenen rahatsız edici olumsuz duygudur. Uyarıcı tepki olarak yaşamsaldır. Evrensel, öğrenilir öğretilir. Sayıları çok çeşitleri arasında birisi toplumsal terbiye sayıldığından korkudan sayılmaz. Alışkanlığa dönüştüğünden yadırganmaz. Bu “KADINDA BAĞIMSIZLIK KORKUSU dur.”
Bu korkuyu başlatan o çok sevdiğimiz, dinlemekten usanmadığımız masallardır. Ataerkil toplum düzeninin devamını sağlayan öğeleri içinde taşıyan masallarda genç kız, hep korunmaya muhtaç, ince, nazik güzel ve sevimlidir. Kendi başına ayakları üzerinde duramaz. Kader ne getirirse, onu yaşar. Sonunda yakışıklı, güçlü ve zengin erkek tarafından kurtarılıp (beyaz atlı prens) evlenip sonsuza kadar mutlu ve korunmalı yaşar.
Geleceğinin bir erkek sayesinde kurtulması da yetmez. Onun koruması gerekir. Yoksa kötüler ona zarar verir. Evin dışı ise bir sürü tehlikelerle (erkekler tarafından oluşturulan namus ve iffeti üzerine tehditlerle) doludur. Dış dünyada kendi cinsel kimliği var olmaya kalktığında sınırlamalarla karşılaşır. Bu sınırlar, kadına savunma mekanizmaları geliştirme zorunluluğu getirir. Bu da yaşlanması çirkinleşmesi ve erkekleşmesi anlamını taşır. Masallardaki güçlü kadınları cadıdır, kötü annedir. Sevimsizdir, çirkindir, hırçındır, mutsuz ve yalnızdır. Masalın sonunda hep kaybedendir.
Günün masallarıysa ürün tanıtımı yapan reklamlar. Çoğunda kadını erkeğe bağlı bir dekordur. Ev kadınıdır, annedir, geleneksel roldedir. Seksi değil ama rahat ve konfora düşkün, ciddi tüketicidir. Hiçbir şeyi kendiliğinden akıl edemez. Hep bir öğreticisi vardır. Öğreticiler de ya yaşı büyük “anne” kadınlar, ya da erkeklerdir. İkinci tür kadın, parfüm kozmetik ürünlerinde ve moda konusunda kullanılır. Kentli seksi kadın, baştan çıkarıcı ve arzuludur. Sürekli koşuşturur ve yalnızdır. Kendine “özgür”dür. Özenilecek tarafı hiç yoktur.
Kadınlarımıza çocukluklarından itibaren nasıl bağımsız birey olacakları değil, nasıl bağımlı kalacakları -ne yazık ki yine kadınlar tarafından- öğretilir. Kadından beklenen hep “iyi kız çocuğu”, “iyi ve düzenli öğrenci”, “iyi sevgili”, “iyi eş” ve “iyi anne” olmasıdır. Eğer kadın bu rolleri doğru bir şekilde yerine getirirse, babasının, ağabeyinin, eşinin, oğlunun kanatları altında olacak ve hep bakılıp korunacaktır. Bu ödüle layık olmak için hep eksik ve yardıma muhtaç birisi gibi algılanarak ve algılatılarak bu öğretilerle büyütülür. Bu öğretilerle evin içinin güvenli olduğunu öğrenen kadın, dışarıda olup bitenlere karşı hem kayıtsız kalmaya hem de o dar alanın dışındaki her şeyden korkmaya başlar. Eve kapandıkça korkar, korktukça eve kapanır. Kısacası kadına büyürken öğretilenin özyeterli olmanın erkek özelliği oluşudur. Oysa erkeklere bu özyeterliliği veren, doğa değil, eğitim ve sosyalleşme sürecidir.
Bir diğer nokta da toplum ve aile yaşantısında kadına hep güçlü ve özgür kadınların, kadınlıktan uzaklaşıp sevimsiz ve yalnız kalacaklarıdır. Bu öğreti ile büyüyen çoğu kadın, evlenir evlenmez, hırslarından hayallerinden vazgeçer. Dış hayatla bağlarını koparır. Bakıcı, destekleyici olarak başkalarının rüyalarının gerçekleşmesi için kendi isteği ile kendi benliğinden vazgeçer. Karşılığında korunup gözetileceği, bakılıp sevileceği bir karşılık sistemi ve beklentisi oluşturur.
Oysa doğa, kadına üretme becerisi vermiştir: Üretkenliğinin salt doğurmakla sınırlı kalması kayıptır. Doğanın verdiği bu ve diğer birçok beceriyi kendisi, ailesi, yakın çevresi, ülkesi ve insanlık adına farklı alanlarda kullanabilmesi için de önce bunun farkına varması gerekir. Bunun içinde bağımsızlık şarttır. Bağımsızlık kadının:“Ben çalışmak istiyorum” demesi ve bunu başarmasıyla olur. Kadının çalışmasını sadece aileler için maddi kazanç olarak görmek eksiktir yanlıştır. Kadının bağımsızlaşma yolunda atılan adımlardır.
Kadın sadece yüz yıldır, özellikle 2.Dünya Savaşı’ndan sonra dört duvarının dışına çıkıp erkek dünyasına girmiştir. Başlarda bu dünyada var olmak için ya basit az zarar göreceği konuları seçmiş ya da erkek silahları kuşanmak gerektiği sonucuna ulaşarak büyük yanlışa düşmüştür.
Ülkemizde Cumhuriyetin ilanıyla kadının bağımsızlaşması yolunda büyük adımlar atılmış olsa da yeterli değildir.“Tüsiad”ve“Kagider’in” ortaklaşa yayınladıkları “Türkiye’de Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği”sonuçları, kadının bağımsızlık korkusunda acı gerçeği ortaya koyar.
Kadınlar; bağımsız kadın olmak, kadınlıktan uzaklaşıp sevgisiz, sevimsiz, hırçın yaşamından uzaklaşıp yozlaşmak değildir. Tam tersine akılıcı üretici olmak demektir. Kadınlar! Bu dünyayı güzelleştirip zenginleştirmek için gelmişsiniz. Becerilerinizi, doğanın size verdiği bu armağanın farkına varın. Bunu üretimde kullanın. Tüketen grup olumsuzluğundan çıkın. Çalışın. Çalıştıkça, Özgürleşecek, kendiniz olabileceksiniz. Çalıştıkça, kendinize, ailenize, yakın çevrenize, ülkenize ve insanlığa çok şey katacaksınız.
Anneler, kız çocuklarınıza büyüyünce ne olacağın sorusuna “gelin, anne” yanıtını verdirmeyin. Bunlar onun geleceği değil, doğal sürecidir. Erkek çocuklarınızı kısıtlayıcı, despot yetişmelerinin önünü kesin. Anlayışlı, destekleyici bireyler olmalarını sağlayınız. Suçu erkeklerde aramayınız. Olay sizde başlayıp biter. Onları yetiştirip eğiten sizlersiniz
Sevgili hanımlar! Bağımsız olmaktan korkmayın. Biliniz ki bir kadın değişir, toplum değişir.
ATİYE GÜNER TÜMÜKLÜ