Çalışmak, engellilere yönelik bir ayrıcalık ya da devletin verdiği bir lütuf değil, bir insan hakkıdır.!!!
Bakan Recep Akdağ, görme engelli Nurullah Mehmetoğlu dan özür diledi ama…;
Birleşmiş Milletler Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi, giriş bölümünde “İnsanlık ailesinin tüm üyelerinin niteliğindeki onurun ve eşit ve ayrılmaz haklarını tanımanın dünyada özgürlük, adalet ve barışın temeli olduğuna” vurgu yaparak, aslında farklılıkların eşitliğine dikkat çeker.
“Herkes ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal ya da başka bir görüş, ulusal ya da toplumsal köken, mülkiyet, doğuş ya da benzeri başka bir statü gibi herhangi bir ayrım gözetilmeksizin bildirgede öne sürülen tüm hak ve özgürlüklere sahiptir” (BMEİHB Madde 2) diyerek ayrımcılık yapılmasını yasaklar.
Engellinin insan hakları için politika geliştirmek ve ayrımcılığa karşı olmak, ilk başta engellilere yönelik kullanılan dille mücadele etmekten geçer. Kamuoyunda geniş yer bulan engellilerin işe yaramaz, beceriksiz, yeteneksiz, niteliksiz kişiler olarak görülmeleri, engelliliğe dayalı ayrımcılık uygulamalarının temelini ve meşruluğunu oluşturur. Engelliler bu bakışın yansıması olarak karşılaştıkları sorunlar karşısında hak arama yerine verilenle yetinmeyi tercih ediyorlar. Engellilere verilen/sunulan imkanlar bir lütuf olarak görülüyor, sadaka kültürü ve bunun oluşturduğu minnet duygusu içselleştirilmeye çalışılıyor. Hak kavramı ve hak arayışı küçümsenerek tehlikeli kavramlar olarak gösterilmek ve içi boşaltılarak sloganlaştırılmak isteniyor.
Dolaylı ayrımcılık;
Seçimler yaklaşırken, hemen hemen bütün siyasi partiler, milletvekili aday listelerinde engellilere yer vererek engellileri ne kadar da sevdiklerini gösterme yarışına girdiler. Sayısal anlamda çok olmasalar da en azından engellilere yönelik politika açısından bir paradigma değişimine de işaret ediyordu bu durum.. Engellilerle ilgili önemli yasalar çıkaran, BM Engelli İnsan Hakları Sözleşmesine ilk imzayı atan ve kabul eden iktidar partisinin, kabine üyesi de olan bir Bakanın, Batman’da görme engelli bir bireye söylediği “gözlerin görmediği halde biz sana iş verdik, hâlâ ne konuşuyorsun” demesi, aklıselim düşünen vicdanlı herkesi yaraladı. Bunu söyleyen Sağlık Bakanı olunca ve bireyin “sağlık hakkı”nı koruması gerektiği düşünülünce, sözler daha önemli bir hal aldı. Seçim propagandası için hazırlatılan, televizyonlarda her gün gösterilen TC. Sağlık Bakanlığı’nın evde bakım reklam filmiyle kıyaslandığında, söylenen ile yapılanın bu kadar ters düşmesi de irdelenmesi gereken bir durum.!
Engelli bireyin çalışıp ekonomik özgürlüğünü kazanması, eşit bireyler olarak topluma katılmasına ve bağımlılıktan da kurtulmasına sebep olacaktır. Aynı zamanda çalışma sadece para kazanmanın bir aracı değil, sosyalleşmenin ve sosyalleşerek insanileşmenin de bir aracıdır. Çalışan birey toplumsal hayata dahil olur ve diğer insanlarla iletişim kurar. Ülkemizde uygulanan, 50 kişi ve üzerinde kişi çalıştıran kamu ve özel kurumların yüzde 3 engelli istihdam etme zorunluluğu, uygulama açısından dolaylı ayrımcılığa dönüşüyor. Mesela engelli bir bireyin yalnızca engelli iş taleplerine başvurmak zorunda olması, yüzde 97’lik istihdamın dışında kalmalarına neden oluyor. Engellilere yapılan çağrıların genellikle temizlik, paketleme, yapıştırma, yük taşıma gibi vasıfsız, beden işine dayalı ve terfi etmeye kapalı olması, sıkça karşılaşılan sorunlardan.. Bunun sonucunda engelliler düşük ücretle ve emekli olana kadar aynı pozisyonda çalışmak zorunda kalıyorlar.
Eşit işe eşit ücret;
Çalışmak, engellilere yönelik bir ayrıcalık değil, bir insan hakkıdır. Türkiye’nin de imza koyduğu, İLO sözleşmesinin ana gövdesini oluşturan çalışanlar arasında ayrımcılık yapılmaması ve “eşit işe eşit ücret” ilkesinin dile getirilmesi ve talep edilmesine başka bir anlam yüklemek, engellinin kaderine razı olmasını beklemek, ileri demokrasi bağlamında kabul edilir olsa da, liberal demokrasi açısından kabul edilir bir durum değil..
Engelliyi birey olarak görmeyen anlayışın, ayrımcılıkla ilgili konularda söz söylemesi ve tavır alması beklenemez. Ayrımcılığa karşı olma, aynı zamanda bir duruşu da beraberinde getirir. Ayrımcı bakış açısı, aslında bedenler üzerinden yürütülen bir iktidar savaşıdır. Diğerinin ötekileştirilmesi, ırkçılık anlayışının farklı bir yansımasıdır. “İnsan hakları hareketinin belki de başlangıcı, insanın insanileştirilmesi, insanlaştırılmasıdır.” İnsan hakları için mücadele, herkesin farklı ve herkesin eşit olduğuna inanmaktan geçer.
Engellilerin sorunları salt ekonomik yaklaşımlarla, maaş bağlamak vb. açılımlarla çözülemez, sosyal, kültürel, siyasal hakları verilmeden, engelliyi birey olarak kabul etmeden, ne yoksulluktan ne de yoksunluktan kurtarabiliriz. Tek başına yasal düzenlemeler, sorunları çözmez. Tam tersine sorunların çözümsüzlüğünü de içinde barındırır. Önemli olan, başta yasalar altına imza atanların attıkları imzalara sahip çıkmasıdır.
İleri demokrasi mi.?
“İnsan hakları” evrenseldir ve engelliler de Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Bakan kadar bu evrenin saygın, vazgeçilmez ve asli bir parçasıdır. Politika oluşturma, karar alma ve uygulama süreçlerinde amaçlanan hedeflere ulaşılması, ancak yasaların çıkarılması kadar, çıkaranların da bilinçlendirilmesinden geçer. Engelli bireyin, kendi gereksinimlerini ifade etme, sesini duyurma, karar alma süreçlerine aktif ve eşit katılma, yani kendi kaderlerini belirleme hakkını kullanma mücadelesinde, onları destekleyecek ve güçlendirecek her alanda sosyal politika ve düzenlemelere gereksinim vardır. Diğerini ötekileştirmeden “ya bu, ya şu” yerine “hem o, hem bu” diyebilmeliyiz. Bireyi bireyin, bireyi toplumun, bireyi devletin karşısında güçlendirmeden, kültürler arasında iletişimi sağlamadan, engellilerin kendi daracık kapalı alanlarından açık toplumsal alanlara çıkmalarına öncülük etmeden, özgürlüğü savunmadan eşitliği sağlayamayız ve “ileri demokrasi”den bahsedemeyiz.
HASAN KAYA
(Engellinin İnsan Hakları Hareketi Sözcüsü..)